Eski Anadolu’nun Yetiştirdiği, Dünya Kadını Olmaya Aday Bir Kraliçe
Puduhepa ve Memleketi Lavazantiya Kentinin Yeri Hakkında
Sonu Gelmez Kavga
Başlarken
Tarihte hiçbir şahsiyet, asilzade, kraliyet veya tanrısal soydan gelse bile, doğuştan asla evrensel değildir. Evrensellik bireyin içine doğduğu kültürel ortamın koşullarına, bireyin bizzat kendi entelektüel ve fiziki yapısının olgunlaşmasına paralel olarak sonradan ve peyderpey gelişir. Kişileri evrensel yapan, çoğu tesadüflerden oluşan olaylar ile sivrilerek “kahraman” konumuna yükselen bazı istisnai şahsiyetlerin olayların üstesinden gelme biçimi ve tabii ki geçmişi bize aktaran tarih yazımı ve tarihçilerdir. Kişileri yücelten, evrensel hale getirenler de batıranlar da tarihçilerdir. Aksi halde tarihçinin kalemine takılmayan nice kahraman kapı aralıklarında ve çöplüklerde unutulup gitmiştir. Bu bir bakıma tarihin manipüle edilmesi anlamını da birlikte getirir.
Tarihçiler, kesin kanunları olmayan tarih yazımının oynaklığı, belgelerin yetersizliği ve doğuştan tarafgirliği yanında, onları değerlendirerek kurgu yaparken, gene doğuştan getirdikleri alışkanlık ve içinde yaşadıkları sosyolojik ortamdan kendilerini bir türlü kurtaramamalarıdır.Hele tarihçiye bir de bağnazlık, tarafgirlik ve diğer ideolojik hastalıklar bulaşmışsa, tarih de hasta olur. Buna tarih yazımında “tarihin tahrifi”, yani amiyane tabiriyle kuşa çevrilmesi, denir. Örneklerinin sayısı, en az gerçek tarih kadar fazladır ve acı ve feci sonuçlar doğurmuş, nice savaşlara yol açmıştır. Çok dikkatli olmak, tarihçilerin her yazdıklarına kanmamak, abartmamak, gerçek kılıfına uydurmak, sürekli birinci elden kaynakların neler olduğuna bakmak gerekir. Yoksa, Nobel ödülü verilirken bile adayların nasıl seçildiklerini, sinsi ideolojilerin nasıl bilimsel, edebi ve hümanistik kılıfa sokulduklarına tanık oluyoruz.
Hitit kraliçesi Puduhepa feministti, dünyanın ilk devlet antlaşmasının altına mührünü basmıştı, ben büyüyünce şunları şunları başaracağım, kurulu düzeni kökten değiştireceğim, ataerkil Hitit toplumunda kadına eşsiz bir yer ayırtacağım, diye ant içmişti, doğup büyüdüğü yer Adana topraklarındaydı, haydi gelin, doğum yerinin önüne bir sarı levha asalım, heykelini dikelim ve oturup ziyarete gelen turistlerden para yolalım gibi basma kalıp klişelerle o kadın evrensel bir değer haline sokulamaz. Buna herkes güler geçer. Hele tarihe Avrupalı gözüyle bakanlar, sadece bıyık altından gülmekle kalmazlar, “bilimden çok romantik duygularının sesine kulak asan şu bizim Doğulular gene azıttılar!”, diye alay ederler. Unutmayın, Troya ören yerine tahta atı yerleştirenler, film setinde kullanılan atı Çanakkale’ye dikenler, asırlardan beri oralarda kazı yapan Almanlar değil, ne pahasına olursa olsun turist çekme yarışına çıkmış olan Türklerdir! Geride bıraktığı çok sayıda manevi ve arkeolojik eser tarafsız, soğuk kanlılıkla, dikkatlice irdelenmeli, değerlendirilmeli, evrensel kalıplar ve değer yargıları içine sokulmalıdır. Puduhepa’yı öne çıkarmak isteyenlerin önce tüm bencilliklerini bir yana bırakarak o kadını tarafsız, sırf Puduhepa olduğu için incelemeleri, araştırmaları ve en önemlisi sevmeleri gerekir. Slogan şu olmalıdır: önce samimice, çıkar düşünmeden kendin sev, kendin inan, kalpten sahip çık, sonra da başkalarına sevdir ve inandır. Tarihi pazarlamaya soyunan kişiler en başta onun öz benliğini anlamalıdırlar. Onu bir meta olarak kullanmamalıdırlar. Tarih, çıkar çatışmalarını sevmez, bir yerde mutlaka çatlak verir.
Burada, etnik kökeni, ana yanlı bir toplumun mensubu olarak çocuk yaştan beri kendi ülkesinde öğrendiği örf ve âdetlerden tamamen farklı olan Hitit dünyasına bakış şekli, güneydeki memleketinden getirdiği ve niteliklerini tüm incelikleriyle kavrayamadığımız değer yargıları, oldukça yüksek zekâ seviyesi, çok yönlü yetenekleri, dünya görüşü, huyu, karakteri, karmaşık ruh dünyası, itinalı eğitimi, görgüsü ve daha ilk bakışta arkaik tipte feminist gibi gözüken sosyolojik alışkanlıklarıyla çok değişik ve aşırı erkek yanlı Hitit toplumunda akla gelebilecek her konuda hem sınırları aşmış, hem de sinirleri zorlamış bir kadını anlamaya ve anlatmaya çalışıyoruz. Tüm kaynak bolluğuna rağmen ödevimiz çetindir. Hadi sıradan bir kadın olsa, “kocasına hizmet ediyordu, yemek pişiriyordu, bağ bahçe işleriyle uğraşıyordu, çocuk bakıyordu, komşularına dedikoduya çıkıyordu” gibi olağan klişe ve kalıplara sokarak açıklayabilirdik, ama istediğiniz kadar uğraşın, Puduhepa bu kalıplardan hiçbirine girmiyor, her yaptığı kendine has ve ezber bozucudur.
Prof. Dr. Ahmet ÜNAL