Tarih boyunca din, devlet, siyaset hep iç içe olagelmiştir. Her biri diğerlerini kullanır veya meşruiyet temeli olarak onlara yaslanır.
Hep “Dini siyasete alet etmemek gerekir” deriz de bu zaten mümkün değildir. Siyaset dini kullanır. Din siyaseti etkiler, belirler. Din ve siyaset devlette açık veya örtülü etkilidir. Devlet dini ve siyaseti etkiler hatta kontrol eder. Yani hepsi iç içedir. Konuyu https://millidusunce.com/misak/din-devlet-siyaset-ve-toplum/ bağlantısındaki yazımızda incelemiştik. Sosyal ve siyasal gerçeklikler başka idealler ve olması arzu edilenler başkadır.
Ancak bu döngüyü mümkün olduğunca kıran toplumlar son birkaç yüzyılda atılımlar yaptılar. Atatürk bunu görmekle kalmayıp devleti ve Türk toplumunu bu yönde dönüştürdü. Laiklik devlet ve toplum düzeninin esasıdır ve bu dengeyi korumak hem devletin hem aydınların temel kabulüdür. Toplumlar liderler çıkarır ama bazı liderler de toplumu dönüştürür, şekillendirir ve yönlendirirHalkın büyük çoğunluğu (%90) laikliği benimsemiş, içselleştirmiştir.
Bu gün sarıklı, cüppeli eli sopalı bilmem ne cemaatlerine bakmayın. Türkiye bunları aştı. Türk toplumunda bunların oranı %3’ü geçmez. Sorun, bunların organize ve siyasal bir güce dönüşmesi, ana akım siyasetin de bunları potansiyel seçmeni olarak görmesi sorunuydu. Fetullahçılar sorunu yetmezmiş gibi şimdilerde Selefiler ve Suriyeliler eklendi. Bu meseleler devleti ve milleti uğraştırır, enerjisini çalar, heba eder. Bu ısrarlı bir zaman ve eğitim meselesidir.
Kaldı ki tarih tekerrürden ibaret değildir. Bugün hiç birimiz dünkü biz değiliz. Her bir saatte bedenimizde binlerce hücremiz ölüyor bir o kadar da yenileniyor. Her şey değişim, dönüşüm içinde. Evrenin kendisi böyle!
O halde?
Bin yıl öncesinin aklıyla toplumsal düzen olmaz, devlet olmaz, yaşanamaz.
Din temelli devlet ve toplum düzeni olmaz. Olursa da Afganistan olur. Ya da ‘İslam Ülkeleri’ne bakınız. Ancak her toplumda din temelli toplum ve devlet düzeni hülyası kuran kapalı grup ve cemaatlerde var.
Bazı şeyleri abartıyoruz, köpürtüyoruz. Şimdi herkes her türlü bilgi ve habere anında ulaşabiliyor ancak herkes kötü, çirkin, acı, trajik… olumsuzolan üzerinde durunca; içimiz dışımız çürümüş zannına kapılıyoruz ve ‘toplumsal paranoya’ yaşıyoruz. Güzeli, iyiyi, doğruyu zaten ‘olması gereken’ bulup es geçiyoruz.
Şu da var ki, bunları dış güçler ve onların işbirlikçisi iç odaklar kullanırlar ve Türk milletini, devletini uğraştırırlar; bu alanları eşelemekten asla vaz geçmezler. O bakımdan devletin ve Türk aydınlarının dikkatli ve tedbirli olmaları gerekir.
Kısaca iyi durumda değiliz ama kendi kendimizi aşağı çekmek de doğru değil. Ha! Doğu toplumları acıya, çileye, kedere, ağıta, yasa ve kötümserliğe meyillidirler. Eh biz de öyleyiz. Doğu halk destanlarında hep bu duygular vardır. Genç Türkiye Cumhuriyeti devletinde toplum çoğunluğunun tarihiyle yüzleşmesi ve her şeyiyle kabullenmesi daha birkaç on yıl alır.
Yazı, bir süre önce bir tarikat vakfı mensuplarının Türkiye kamuoyunu sarsan akıl ve ahlak dışı güya din temelli rezaletleri üzerine düşünürken ortaya çıktı. Bırakın tarikat ve cemaatlerin kapalı devre okullarını; devletin din referanslı okul ve fakülteleri ve buralardaki öğrenci sayısı bile aslında ‘Ne oluyoruz? Nereye gidiyoruz?’ endişesine sebep oluyor.
Laik devlet yapısının korunmasının ne kadar önemli olduğu tartışılacak bir konu değil. Ancak yaban otları bakımsız, işlenmeyen topraklarda boy verir ve ortamı istila eder. Ahmaklığı yasalarla yasaklayamazsınız. Ahmaklık kişisel değildir; topluluklarda ve toplumlarda ahmakça yönelimler olur ve ahmaklık bulaşıcıdır. Devletin, kurumlarının ve Türk aydınlarının toplumsal enerjiyi kötümser düşüncelerle harcamadan konuyu takip etmesi ve tehlike eşiğini iyi belirlemesi gerekir.
Dr. Mustafa İMİR
26 Aralık 2022