Ozan İbrahim eğitim almak, Arapça ve Kur’an’ı öğrenmek için Saimbeyli’nin Kötün köyünde bulunan medreseye gider. Bir kaç yıl eğitim alır burada. “Molla” olarak memleketine döner. Askerliği 1. Dünya savaşı’na denk gelir. Savaşır, esir düşer. İhsan Işık “Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi”nde şu bilgileri veriyor: “Birinci Dünya Savaşı yıllarında askere gitti ve 1918 Mondros Ateşkes antlaşması ile askerden döndü. Sürekli iş olarak, babadan dedeye uzanan çiftçilik yaptı. Onun dışında aralıklı olarak cami imamlığı, okul hademeliği de yaptı. İleri yaşında, ilkel araçlarla, omuz zorlaması ile yapılan çiftçiliği yapamaz olmuştu. Yoksul oluşu nedeniyle, yöresinin dışına çok çıkamadı. Görebildiği yerler, zorunlu nedenlerle ili Adana’yla, komşu Kayseri’ydi. Ama konuşmalardan duyduğu kentleri de görmüş gibi betimlerdi. Yoksulluğu yüzünden kendisi gezemezdi ama Höketçe’ye (Tufanbeyli) gelen gezginler kendisiyle buluşur, görüşürdü. Yoksulluğu, dışa dönüklüğünü büyük ölçüde engellemişti. Adını dışarıya yayanlar, halkbilimci ve Adana’da müze müdürü olan Ali Rıza Yalman gibi onunla görüşme olanağı bulanlardı.
Şiir söylemeye on, on iki yaşlarında başladı. Söylediği ilk şiir “Buldum Vallaha” adını taşır. Yaşamı boyunca söylediği şiirlerin tümü duygulanıp etkilendiği olaylar üzerinedir. Tüm şiirlerini doğaçlama söyledi ve hepsi de ezberindeydi. Ancak kendisi söylerken başkaları şiirlerini yazardı. Şiirleri âşık tarzında olmasına karşın saz çalmayı bilmezdi. İçine kapanık, barıştan yana, duyarlıklı bir kişiliği vardı. Bu özellikleri şiirlerine de yansır. Şiirlerinde; Atatürk ve ulusal sorunların yanında dinî ve etik sorunlara da yer verdi.
Yöresel barıştan başlayarak ülkesel barışa varan bir duyarlılığı vardı. Kişilerle kavga etmemeye özen gösterir, kişiler arası kavgayı da önlemeye çalışırdı. Ulusal barışı sağlayanları överdi. Ulusal sorunların yanında dinsel sorunlarla etik sorunlara da önem verirdi. Şairliğini, 10-12 yaşlarındayken ağabeyinden aldığı emanet bıçağı önce yitirip, sonra bulmasının sevincine bağlar. Kul İbrahim mahlasını da ilk kez bu nedenle söylediği şiirinde kullandı. Yaşamı boyunca söylediği şiirlerin hepsi duygulanıp etkilenmesi sonucunda doğmuştur. Söylediği diyoruz; çünkü şiirlerinin hepsi doğaçlamadır. Hepsi de belleğindeydi. Kendi okurken başkaları yazardı. Sesi güzel olduğundan, gençliğinde ağıt türü bozlak türkülerini de söylediği yerel deyişle, çağırdığı söylenir. Yaşamı süresince gözlemleyip tanık olduklarından etkilendiklerini şiirleştirdiğine göre, dönemi ile bağlantılı olduğu için çoğu şiirleri güncel sayılır. Köyünde kimilerini taşlamaya aldığı (hicvettiği) biliniyorsa da, yeni bir takışmaya ya da tartışmaya olanak vermemek için, alaya almayı gereksiz görürdü.
Otuz kadar şiiri Mustafa Onar tarafından derlenerek, bir incelemeyle birlikte; İbrahim Ozancı: Yaşamı – Sanatı – Şiirleri (2002) adıyla yayımlandı.”
Âşıklık, şiir söyleme, destan yazma bölgemizde Karac’oğlan’dan bu tarafa devam eder. Karac’oğlan 17. yüzyılda yaşamış. Ondan daha sonra gelen Dadaloğlı 18. yüzyılın sonlarında yaşamıştır. Kayseri/Tomarza doğumlu oldu söylenir. Bölgede Dadaloğlu’nun etkisi de büyüktür. Ozan İbrahim geleneği özümsemiş ve şiirlerini söylemiştir. Ozan badeli âşıklardan farklıdır. saz çalmamaktadır. Sadece şiirlerini söylemiş, gençliğinde bozlak da okumuştur. Hemşehrim, torunlarıyla arkadaş olduğum İbrahim Ozancı 1959 yılında vefat eder.
Muaz ERGÜ