Dikenli yoksulluğun ortasında kalan bir toplama kampında aklın ayazına sıkıştırılmış baraka evin camından taşıyor kelimelerim.
Hiçliğin içinden soyutlanan somun ekmek sırasının en arkasındayım.
Dünyada hiçbir güç çaresizlik kadar baskı yapamaz ruhuna insanın.
Boşluğa öyle çivilemişler ki ellerimizi, cinsiyetimizi, inancımızı, amacımızı,,,…tıka basa hiçlikle doluyuz…
Bizlere ayrılmış küçük bir gökyüzü, kısır ve ithal tohum, en dibini görmüş borçlar, yaşayıp yaşamamak sınırında etik yozlaşma, dört tarafı tek sayfa kitap okumayanlar tarafından kuşatılmış milli bayramlar… görülmeyen duvarlar ötesinde nelerin gizlendiğini, nelerin yaşandığını kimse bilmiyor.
Düşünmek yasak, düşündüğünü ifade etmek dinsizlik… acayip bir algı ciası ya da ciosu… Hiçlik içine sürülmüş mesafe okyanusları derinlerinde cam bir fanusa mahkûm edilmiş milyonlar…beyinleri yakan bir algı operasyonu, siyanürle intihar eden aileler, antidepresan hiçliğin soyunan gerçekliği, vakumlanmış dürtüler, sıradanlaşmış ayak izleri. Ne yana bakarsanız bakın cesareti tavan yapmış yozlaşma… Hiçliğin içinde her şey yozlaşır. Hiçliğin sessizliği sağır eder kulakları…
Ellerim, kollarım, aynada gördüğüm yüzüm hiçliğin derin çıkmazlarında yalan ve iftiraların sinsi kıskaçları arasında kaybetmiş benliğini. Us ve öz yıllardır tek bir gün ışığı kadehini yudumlamamış; yapacak, yazacak, duyacak, anlatacak hiçbir şey yok! Aslında çok şey var ama yok(!)
Kimin yatağında kalp krizi geçirdiyse oraya götürün, orada gebersin…
Oysa insan olmak düşünce kalıbını kırmayı gerektirmez mi?
İnsan eğer hiçliğin gölgesinde nefes alıyorsa aldığı nefes de, attığı adım da, içtiği su da hiçlik kokar, değersiz bir varlıkmış gibi hisseder kendisini.
Hiçlik, yoksulluk ve çaresizlik başa bela…(!)
Bu üçlü insanda akıl ve beden sağlığı bırakmaz! Hasta garantili şehir hastaneleri boş kalmasın(!)
Selim Savaş KARAKAŞ