Birinci Dünya Savaşı sonuçlanmış, Osmanlı İmparatorluğunun içinde bulunduğu İttifak Devletleri yenilmiş ve Osmanlı İmparatorluğu şartları çok ağır olan Mondros Ateşkes antlaşmasını 30 Ekim 1918’de imzalamıştır. Bu antlaşmanın kritik yedinci maddesine istinaden İtilaf Devletleri ülkemizi işgale başlamışlardır.
Yunanlılar, İtilaf Devletlerinin safında, 1’inci Dünya Savaşına girme bedeli olarak Mondros Mütarekesinin imzalanmasına müteakip, Batı Anadolu, Trakya, bütün Ege Adaları ve Kıbrıs’ı istediler. Paris Barış Konferansında Yunanistan’ın bu istekleri görüşülmüş ve İngiltere’nin desteğini görmüştür. Paris Konferansından sonra İngilizlerin de desteğini alan Yunanistan hemen işgal hazırlıklarına başladı.
Nihayetinde,15 Mayıs 1919 sabahı İtilaf donanmasının destek ve koruyuculuğu altında Yunan kuvvetleri İzmir’e çıktı. Bu olay yurt çapında çeşitli protestolar ile kınandı ve büyük bir tepki ile karşılandı. Şimdiye kadar yapılan işgallerden hiç birinde bu ölçüde kan dökülmemiş, halka bu denli eza ve cefa çektirilmemiştir.
İngilizlerin desteğini alan Yunanlılar 23 Mayıs 1919 da üç yönden Batı Anadolu’nun içlerine doğru ilerlemeye başladılar. Öte yandan 800 kişilik Rum çeteleri de Yunan askerlerine yardım etmeye başlamışlardı. Vatanı haksız olarak işgal edilen, bağımsızlığı elinden alınan Türk milleti, bu haksız Yunan işgalini durdurmak amacıyla Milis Kuvvetlerden oluşan Kuva-yi Milliye teşkilatlarını kurarak düşmana direnmeye başlamıştır. Mustafa Kemal Paşa’da Kuva-yi Milleye’ nin Mondros Mütarekesinden hemen sonra yurdun her yerinde ortaya çıktığını, bunun Türklük duygusu ve vatan sevgisine dayandığını söylemiştir. Genel olarak silahlı sivil direniş ilk işgallere bir tepki biçimiydi. Amasya Genelgesi, Erzurum Kongresi, Sivas Kongresi ve diğer yapılan kongreler ile halk uyarılmış, milletin istiklali ve vatanın bütünlüğü konularındaki tehlikeler gösterilmiş, milli mücadeleyi başlatmak için hazırlanılmış ve Misak-ı Milli esasları yayınlanmıştır.
Anadolu’daki ulusal bağımsızlık hareketinin TBMM’nin açılmasıyla devletleşme sürecine girmesi, İstanbul’da ki saray kadar İtilaf devletlerini özellikle İngiltere’yi fazlasıyla endişelendirdi. Anadolu’da, İngiltere’nin siyasi ve iktisadi çıkarları ile uyuşmayan bir ulusal ölçekli bağımsızlık harekâtının başarıya ulaşması İngiltere’nin sömürge politikalarını boşa çıkarabilirdi. Bu sebeple İngiltere, saray ve İstanbul Hükümeti’ne baskı yaparak 10 Ağustos 1920’de Osmanlı Devleti ile o meşhur Sevr Antlaşması imzalandı. Türk ulusuna Hukuksal ve Siyasal anlamda yaşama hakkı tanımayan Sevr Antlaşmasını Ankara’da yeni kurulan Türkiye Büyük Millet Meclisi doğal olarak tanımayacaktı.
Sevr Antlaşmasından sonra ordu tekrardan düzenli hale sokulmuş hem iç isyanlara hem de haksız işgallere karşı mücadelemiz etkin ve yoğun olarak tüm yurtta bağımsızlık mücadelesi olarak başlamıştır.
İzmir’e çıkan Yunan birlikleri başlangıçta karşısında düzenli bir ordu görmemiş hızla Batı Anadolu’yu ve Trakya’yı işgal etmişlerdir. Yunanlıların düzenli ordumuz ile olan ilk savaşı Birinci İnönü savaşıdır. Kazandığımız bu savaş düzenli ordumuzun ilk başarılı sınavıdır. Birinci İnönü savaşından sonra Türk Ordusunu daha da kuvvetlenmeden ezmek ve yok etmek maksadıyla; Yunanistan kuvvetlerini arttırdı ve tekrar taarruza başladı. Bu harekâtta başarı ile durduruldu ve İkinci İnönü Zaferini de Türk ordusu kazandı.
Yunanlılar Birinci ve İkinci İnönü savaşlarındaki yenilgilerinden sonra kaybolan saygınlıklarını kazanmak ve Sevr Antlaşması şartlarını kabule zorlamak için daha güçlü bir saldırının hazırlığına giriştiler. Yunan taarruzu 10 Temmuz 1921’de başladı ve başarı ile gelişti. Kütahya Eskişehir muharebeleri Türk Ordusu adına yenilgi ile sonuçlandı. Türk Ordusunun Sakarya’nın doğusuna çekilmesi ile düşmana büyük bir toprak parçasının bırakılması TBMM’de gergin bir havanın esmesine sebep olmuştu.
Bu durum karşısında Mustafa Kemal Atatürk, Başkomutan sıfatı ile düzenli ordunun başına geçmiş, ordunun hazırlanmasını bizzat yerinde incelemiş ve Yunan taarruzlarını bertaraf etmek maksadı ile harp tarihine girecek şu meşhur “Hattı müdafaa yoktur. Sathı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı, vatandaşın kanı ile ıslanmadıkça tek olunamaz” bildirisi ile savunda savaşlarını yürütmüştür.
Başkomutan; 3 Eylül 1921 den itibaren Yunan ordusunun hızının kesildiğini hissedip,6 Eylül 1921 de taarruz emri vermiş ve Türk Ordusu karşısında bozguna uğrayan Yunan ordusu perişan bir durumda Sakarya’nın batısına doğru çekilmiştir. Sakarya Zaferi kazanılmıştır. Bu zaferden sonra Rusya ve Fransa ile Kars ve Ankara antlaşmaları imzalanmış Doğu ve Güneydoğu Anadolu düşmandan arındırılmıştır. Yalnızca düşman Batı Anadolu’da kalmıştır. Batı Anadolu’yu kurtarmanın tek yöntemi de taarruzdur. Taarruz konusunda ısrarlı ve kararlı olan Mustafa Kemal Atatürk, taarruz hazırlıklarını tüm hızıyla başlatmış ve Tekâlif-i Milliye kanunları doğrultusunda tüm halkımız büyük taarruza hiç hız kesmeden destek olmuştur. Hazırlıkların tamamlanmasıyla Türk topçusunun 26 Ağustos 1922 sabahı 04:30 da ateş açması ile başlayan 31 Ağustosa kadar düşmanın ana kuvvetleri imha ve esir edilmiştir. Bu tarihten 22 gün gibi kısa bir sürede o tarihi “Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir ileri “ emri ile Yunan, Ege denizine dökülmüş ve Büyük Taarruz akıllara durgunluk verecek bir hız ve çeviklikle çok üstün bir başarı ile sonuçlanmıştır.
Bugünlerde 100.Yıl dönümünü kutladığımız Büyük Taarruzu kazanan tüm ecdadımızın ruhları şad, mekânları Cennet olsun.
Tüm yokluk ve engellemelere rağmen sarsılmaz bir vatan sevgisi çelikleşmiş, kalp ve iman ile yurdumuzu kurtarmış ecdatlarımızın, göstermiş olduğu cesaret ve fedakârlık unutulmamalı ve unutturulmamalıdır.
Kanla ve canla kurulmuş bu CUMHURİYETİ ilelebet muhafaza etmek bizim asli görevimizdir.
Kalın sağlıcakla. Saygılarımla.
Mustafa Yaşar ARSLANHAN
(E) Tuğgeneral